Bugün bir çok üniversitede, KOSGEB ve benzeri kuruluşların da desteği alınarak akademik ve profesyonel eğitim dünyasında bir çok girişimcilik ve KOBİ programı açılıyor. (Not : Ben de KOBİ’lere koçluk, danışmanlık ve eğitim hizmetleri veren bir kişi olarak bu programlardan bazılarında önümüzdeki dönemde bazı üniversitelerle işbirliği içerisinde eğitimlerde yer alıyor olacağım.) Bu programlara katılım sağlıklı gelişim, büyüme hedefleyen KOBİ’lerin kendilerine ve entelektüel sermaye birikimlerine yapacağı yatırımlar açısından önemli. Ayrıca girişimcilerin de başarılı iş planları oluşturarak atılım yapabilmeleri için bir çok eksikliği gidermek açısından faydalı. Süper bir fikir başarılı olacağı ve tutacağı anlamına gelmiyor. İş planlarının eksikliği ve yanlışlığı ile finansal yönetim bir çok girişimin ve başarılı fikrin daha ilk 1-2 yılda hayata geçemeden veya tutunamadan yok olmasına neden oluyor.
KOBİ’ler özellikle son 5 yıldır başta devletler olmak üzere finansal kurumların, telekom ve reel sektörde büyük şirketlerin hedef ilgi alanı. Herkes KOBİ’leri ekonominin bir dinamosu ve kurtarıcısı olarak görüyor. G-20 zirvelerinde KOBİ’lerin dünya ekonomisindeki daralmaya karşılık çözüm olabileceği tartışılıyor, Amerika’da dahi ekonomik krizden çıkış fırsatı olarak KOBİ’lere destekler ön plana çıkarılıyor. KOBİ’ler adeta Süperman gibi dünyanın kurtarıcısı konumunda.
Hatırlamak adına kimdir bu KOBİ’ler ? Çalışan sayısı 1 ila 250 kişi arasında olup, yıllık cirosu 25 milyon TL altında kalan işletmeler ülkemizde KOBİ tanımına giriyor. AB standartlarında da ciro rakamının 50 milyon Avro’ya kadar çıkması dışında tanımlar neredeyse hemen hemen aynı. Cirosu yıllık 1 milyon TL’nin altında kalan ve 1-9 kişi arasında çalışanı olan KOBİ’lere mikro işletme, 1-5 milyon TL ciro arasında ve 10-50 kişi arasında çalışanı olanlar küçük işletme, 5-25 milyon TL ciro arasında ve 50-250 kişi arasında çalışanı olanlar ise orta boy işletme olarak adlandırılıyor.
Son yıllarda KOBİ’ler ile beraber girişimcilik de bir çok alanda bir çok farklı kurumdan tüm dünyada farklı ve büyük destekler alıyor. Dünya Bankası yan kuruluşu olan IFC tüm dünyada KOBİ’lerin ve girişimciliğin gelişimi için farklı rollere soyunmuş durumda. Global bazda IFC olmak üzere, tüm dünyada çeşitli kurumlar tarafından yeni işletme kurmak isteyen girişimcilere farklı programlar çerçevesinde hibe veya teşvikler, ucuz krediler yağıyor. Bunun için risk sermayesi şirketleri, yabancı fonlar ve yatırımcılar, beyaz melekler adında sermayedarlar büyüme potansiyeli arz eden KOBİ’lere veya yatırım geri dönüşümü yüksek projesi / parlak fikirleri olan girişimcilere başta sermaye desteği olmak üzere çeşitli destekler veriyorlar. Ülkemizde de bu anlamda başta KOSGEB olmak üzere Kalkınma Ajansları, TÜBİTAK gibi kurumların destekleri ile KOBİ’lere destekler başarılı programlar ile iyi sonuçlar veriyor. Ancak madalyonun diğer yüzü tüm dünya ve ülkemiz açısından bu noktada irdelenmeli. Girişimcilik özendirilmeli tabii ki, ancak nasıl bir değer ve rakamsal sonuç yarattığı önemli.
Girişimcilik ve bunun özendirilmesi, aynı zamanda kurumsal hayatta yapılan yanlışların ve makro ekonomik anlamda kapitalist dünya düzeninin 2008 krizi sonrası doğurduğu bir sonuç olarak algılanabilir mi ? Büyüdükçe verimsizleşen şirketlerde organizasyonel yapıların, günün gerçeklerine cevap veremeyen profesyoneller tarafından iyice çözümsüz noktalara getirdiği dünyadaki bir çok büyük işletmenin, ekonomik değer ve karlılık üretmekte zorlanmaya başladıkça aslında krize neden olan sarmalın daha da büyümesine ister istemez destek verdiklerini özellikle 2000’li yıllardan sonra bir çok alanda görmek söz konusu oldu. Başta finansal hizmetler sektörü olmak üzere, yüksek karlılıkla çalışmaya alışmış sektörler, doymuş piyasalarda daha fazla kar üretemedikçe, sermaye kaldıraçlarının üzerinde risk almaya başladılar. Gelişmekte olan ülkelere, dünyada artan likiditenin de etkisi ile, doğrudan veya dolaylı olarak bilinçsizce giden sermaye, yatırım geri dönüşlerinde zorlanmaya başladıkça, getirileri maksimize etmek adına karar vericiler daha da agresif riskleri almaya başladı. 2000 yılından bu yana bu serseri global likiditenin balon etkileri bir çok alanda fiyat artışları ve patlamaları ile görüldü.
2008 krizi ile beraber ekonomisi batan veya batmakta olan ülkelerde, işsizlik, ekonomik anlamda daralma gibi veya yeni değer zincirleri ile ticari ve ekonomik başarı üretemeyen holding ve şirketlerin yeni pazar arayışları gibi sonuçların bir yansıması bu anlamda girişimcilik olabilir mi ? Her açılan yeni işletme yeni fırsat ve gelir kapılarını da beraberinde doğuruyor. Mobilya, elektronik eşya, makine parkı gibi sabit kıymetlere yapılan yatırım harcamaları ile kredi, iletişim, reklam gibi değişken giderlerin büyük ölçekli şirketlere yeni gelir fırsatları yaratması, ekonomi çarklarının dönmesi ve tabii ki makro ekonomik yansımaları açılarından iyi. GYSİH’nın gelişimi, işsizleri iş sahibi yaparak istihdama destek, ticaretin artması ile mal ve nakit akışının canlanması gibi sonuçlar, girişimcilik ve KOBİ yatırımları ile ivme kazanıyor.
Şimdi gelelim ülkemiz açısından madalyonun diğer yüzüne. 2002-2003 yılı TUİK verilerine göre, KOBİ’ler ülkemizde tüm işletmeler içerisinde % 99,3 oranında yer alıyor ve bu oranın yaklaşık % 96.5’u mikro işletme seviyesinde. İstihdamdaki payı % 77, katma değerdeki payı % 60, toplam satışlar içerisindeki payı % 60’lar oranlarında gerçekleşiyormuş. Sanayi Bakanlığı’nın 2011-2013 KOBİ Stratejisi ve Eylem Planı’na göre Nisan 2011 itibarı ile bu oranlar hemen hemen aynı kalırken, ihracattaki oransal artış dışında önemli bir oransal farklılık gözlemlenmiyor. Mutlak değer olarak 1.800.000 civarındaki KOBİ sayısı bugün 3.220.000 civarına ulaşırken, KOBİ’lerin tüm işletmelerdeki oranı % 99,8 seviyelerine çıkmış, mikro işletme sayısı ise bu rakam içerisinde oransal olarak % 93,5 seviyesine gerilemiş ama sanayileşmekte olan, G-20 ülkesi olarak kendine 2023 yılında dünya ekonomileri içinde ilk 10’u hedefleyen bir ülke için yeterli değil. KOBİ tanımına girmeyen büyük işletme sayısında ise benzer şekilde çok kayda değer bir artış yok. Yani, girişimcilik açısından son derece başarılı gibi görünmekle beraber, sürdürülebilirlik ve büyüme noktasında işletme yönetimi bilimi açısından pek başarılı bir noktada değiliz. Bir başka dikkat çekmek gereken nokta ise halka arz tarafında.
Bir facebook.com, bir google.com, bir amazon.com, bir apple bu kadar girişimci ruha rağmen bu topraklardan çıkamıyor. Facebook’un piyasa değeri bugün bırakın bir girişimcilik örneği olmayı, kuruluşundan sadece 8 yıl sonra İMKB’nin en değerli 3-4 şirketinin piyasa değerine eşit olarak halka arzı gerçekleşti. Apple tek başına neredeyse tüm İMKB’yi geçiyor. Globalleşen bir dünyada istisnalar dışında global bir markamız henüz yok. Yavaş yavaş uluslararası pazarlarda yer almaya, mağaza açmaya ve bayilik vermeye, şirket ve marka satın almaya başlıyoruz. İçeride ise, halka açık firma sayımız 2002 yılında 274 iken, bugün bu rakam İMKB’ye kote firma sayısı olarak 370 civarında. Halka açıklık oranları ve büyük işletmelerden halka açık olanların sayısı ise sermayeyi tabana yaydığımızı söylememize pek imkan verecek cinsten değil. Sermayeyi tabana yayma ve kurumsal yönetim açısından daha kat etmemiz gereken mesafe uzun gibi görünüyor. İMKB’deki Gelişen İşletmeler Piyasası ve İstanbul Borsası bu anlamda üzerinde dikkatle durulması gereken başlıklar. Çünkü, İstanbul’u bir finans merkezi haline getirme vizyonu ortadayken piyasaların derinliği, ürün çeşitliliği de önemli başlıklar arasında. Bunu sağlamak adına, SPK, KOSGEB, İMKB ve TSPAKB arasında 04.02.2011 tarihinde imzalanan işbirliği protokolü kapsamında, İMKB Gelişen İşletmeler Piyasası’nda işlem görmek üzere, sermaye piyasası araçlarını halka arz edecek KOBİ’lerin halka arza ilişkin belirlenecek maliyetlerinin finansmanının sağlaması için KOSGEB tarafından “Gelişen İşletmeler Piyasası KOBİ Destek Programı” oluşturulmuş durumda. Ama, bu avantajlardan kaç KOBİ’miz haberdar veya haberi varken kaçı halka arzı düşünüyor.
Girişimciliğin bu kadar yüksek olduğu bir ülkede makro ekonomik anlamda başarı ve değer üretmekte zorlanmadık, nedeni daha çok bireysel kredilerin artması ile beraber bankacılık sisteminin ekonominin harcama yönüne dolayısı ile tüketim nedeni ile başta inşaat sektörü olmak üzere üretim tarafına verilen destek idi. Ancak, bu artışı aynı paralelde KOBİ kredilerinde görmek mümkün olmadı. KOBİ kredilerinde oransal artış sürerken, bankacılık sistemi içindeki bilanço ürün dağılımında aldığı oransal payda çok büyük bir değişiklik ve ivme bulunmuyor. Yani diğer kredilerle KOBİ kredileri aynı oranlarda büyümeye devam ediyor. Dünya ortalamalarına göre ilk iki yılda kapanan işletme sayılarının çokluğu da ortadayken bir çok kreditör girişimcilere kredi vermeye yanaşmıyor, öte yandan karlılık açısından KOBİ kredilerindeki spread’lerin yüksekliği KOBİ’leri kaynak aktarmak adına bir cazibe merkezi haline getiriyor. Özellikle nakit akışını planlamakta zorlanan KOBİ’lerin kredili mevduat hesaplarına uygulanan yüksek faiz oranları ile KOBİ’ler bankaların faiz gelirlerinde önemli bir paya sahip. Bu sene son açıklanan Kurumlar Vergisi sıralamasında bu etkileri görmek mümkün. İstanbul’da ilk 10 içinde iki operatör hariç diğer tüm kurumlar bankalar. Yani KOBİ Bankacılığı ülkemizde KOBİ’lerin büyümesinden çok finansal hizmetler sektörünün karlılığına katkı yapıyor gibi görünüyor. Bu noktada, mikro krediler ve mikro finansman başta olmak üzere, KOBİ kredilerinden gerçek KOBİ Bankacılığı hizmetlerine geçişi, sürdürülebilir büyüme açısından finansal hizmet kuruluşlarının yatırım yapması gereken başlıklar arasında. Şubelerdeki müşteri ilişkileri yöneticilerini sadece kredi satıcıları olarak değil, yatırım danışmanı şeklinde kullanabilmek önemli.
Madalyonun diğer yüzüne bakarken, KOBİ’ler ve girişimciler açısından da irdelenmesi gereken noktalar bulunuyor. Kayıt dışılık, know-how ve patent üretememe, nakit yönetimi ve finansal yönetim yoksunluğu, aile yönetimi anlayışı ile işlerin belli bir ölçekten sonra profesyonellere devredilmemesi, kuşak çatışmaları, küçük olsun benim olsun anlayışları ile franchise ve bayilik sistemine uzak kalmak kurumsallığa doğru giden yolda öne çıkan engellerden bazı başlıklar. “Başka yerde şubemiz yoktur” yazısını Burger King, Pizza Hut, Western Union, Levi’s gibi markalar zamanında mağazalarına asmamakla iyi mi ettiler, iyi irdelemek lazım. Nitekim, dışa açılmayı dış kaynak kullanımında da izlemek mümkün. 2011-2013 KOBİ Stratejisi ve Eylem Planı’na göre KOBİ’lerde danışmanlık, eğitim gibi dış kaynak kullanımlarının yüzdesi % 3-5’ler civarında. Ekonominin % 99,8’inde, eğer yüzyılımızın en önemli başlığı olarak “Bilgi” %5 seviyesini ancak görebiliyor ise, ki bu yüzde sektörlere göre değişkenlik gösteriyor. Değer ve değer zincirleri üretmekte neden zorlandığımıza bu noktada şaşırmamak mı lazım ? Yoksa kuruluş sözleşmelerinde turizmden inşaata, gıdadan taşımacılığa kadar her türlü faaliyeti yapabilen işletmelerimiz adına bunu makul mu karşılamak lazım ?
Regülatörlere de bu noktada önemli işler düşüyor. Henüz atılım aşamasında olan bir KOBİ’nin, girişimcinin tabii olduğu kurumlar vergisi oranı 20 yıldır sektörde olan bir KOBİ ile aynı olmalı mı irdelenmeli. Sadece bölgesel ve sektörel teşvikler yeterli olmayabilir. % 93,5’u hala mikro işletme yani 1-9 kişi arası çalışan bir ülkede, SGK teşviği vermek istihdam açısından ne kadar bir etki yaratır iyi incelemek lazım. Bir işletmenin belli bir nakit akışı yaratarak bir ölçeğe ulaşması 1-2 yıl arasında değişir. Bankaların da bu girişimlere kredi vermedikleri göz önüne alındığında, finansal yönetimi doğru planlamakta zorlanan bu girişimci işletmeler için özellikle giderler açısından daha fazla destek gerekiyor. Ki piyasa gerçeği olarak bu şekilde işletmelerin çoğu da vergi ödememek adına vergi planlaması yapmak durumunda kalıyorlar. Aynı şekilde sağlık sektörü ile danışmanlık sektöründe girişim yapan iki yatırımcıyı da aynı kefeye koymamak lazım. Yeni Türk Ticaret Kanunu aslında mevcut haliyle bir çok sorunu gidermeye önemli bir destek olacak. Tabii ki 1 Temmuz öncesi ve sonrasında üzerinde çok fazla eskiye rağbet anlamında deformasyon olmaz ise. TTK tabii ki tek başına yeterli değil. KOBİ’lerimizin özellikle stratejik ortaklık alma, örgütlenerek büyüme, halka arz, profesyonel yöneticiler ile çalışma gibi alanlara dikkatle eğilmesi gerekiyor. Bilgiyi doğru ve vaktinde yorumlamak adına, KOBİ’lerimizin danışmanlık, eğitim fırsatlarına veya KOBİ Koçluğu tanımına da açık olması gerekiyor.
Özetle, girişimcilik ve KOBİ’ler ekonominin dinamo taşları, bunda tartışılacak bir yön bulunmuyor. Ama değer yaratabilmek üzerine daha fazla çalışmak gerekiyor. Sürdürülebilir büyüme ancak böyle sağlanabilir. Nüfusu 80 milyonu zorlayan bir ülkede, nüfusun hala büyük bir yüzdesi 35 yaşın altında iken, 3.220.000 işletmenin 3.000.000’u hala mikro işletme seviyesinde ise, küçüklerin de bir gün büyüyeceğini ve büyümesi gerektiğini unutmamak gerekiyor. İleride yaşlanan nüfusun yaratacağı sosyal güvenlik açıklarını ve vergi azalmalarını sadece nüfus artışı ile gidermek mümkün değil. Daha çok büyük işletmeye, daha çok istihdam yaratabilen, yarattığı değerler ile SGK primi ve vergi ödeyebilen kesimlere ihtiyaç bulunuyor. 1992’de 1.047.000 mikro işletme, 2002 yılında 1.800.000 civarında iken bugün 3.000.000 civarına ulaştı ise, sermayeyi tabana yaymakta girişimciliği değil sermaye piyasalarını hedeflemek daha doğru bir strateji gibi duruyor. Bu noktada son söz olarak, girişimcilikte halkta yaşanan arz bolluğunu, şirketlerde halka arz bolluğuna taşıyabilmek gerekiyor.